- Mesajlar
- 16,242
- Tepki puanı
- 1,324
- Düşünce
- Sünni
Bu suale doğru yanıt verebilmek için evvela şu sualin sorulması gerekir: Demokrasinin İslam’a uygun bir yönetim şekli olup olmadığı nasıl tespit edilecek, bu konudaki hareket noktası ne olacaktır. Daha önce de ifade edildiği üzere İslam’ın demokrasi karşısına koyduğu herhangi bir alternatif yönetim şekli yoktur; sadece yönetimle ilgili koyduğu evrensel bir kısım ilkeler vardır. Bu sebeple konuyla ilgili bakılması gereken nokta, demokrasinin bu ilkelerle çelişip çelişmediğidir.
Herhangi bir uygulamanın İslam’a uygun olup olmadığını öğrenmenin çeşitli yolları vardır: İlk olarak söz konusu uygulamanın naslarda yer alıp almadığına, yani onunla ilgili şer’î bir delilin bulunup bulunmadığına; ikinci olarak bunun, İslam’ın ruhuyla, temel ilkeleriyle ve maksatlarıyla ne ölçüde uyuştuğuna; üçüncü olarak da dinî naslara bir aykırılığın söz konusu olup olmadığına bakılır.
Hem oylama, seçim, meclis, anayasal sistem, güçler ayrılığı gibi demokrasinin mekanizmaları hem de hürriyet, kanun önünde eşitlik, insan hakları, farklı fikirlere saygı, uzlaşı ve hoşgörü gibi demokrasinin temel değerleri dinî naslara ters değildir. Ters olma bir yana demokrasi; şura, bey’at, icma, sulh, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, maslahatları elde etme ve mefsedetleri giderme, hak ve adaleti ikame etme, zulüm ve fesadı önleme, hukukun üstünlüğünü sağlama gibi pek çok dinî kavram ve ilkeyle uyum içindedir.
Bu ifdeler içerisinde özellikle şura ve bey’at çok önemlidir. Allah, “Onların işleri kendi aralarında şûra iledir.” (eş-Şûrâ, 42/38) buyurmak suretiyle yönetim işlerinin nasıl yürütülmesi gerektiğinin yolunu göstermiştir. Buna göre her türlü idari ve siyasi meselenin meşverete dayanması gerekir ki bu, demokrasilerin de özünü oluşturur. Zira tek adam rejimlerinin önüne geçmenin, istibdat ve baskıyı engellemenin en etkili yolu, işlerin istişareyle karara bağlanmasıdır.
Bey’at ise yönetilenler ile yöneticiler arasında yapılan bir çeşit akittir. Bu akdin maksadı, halk tarafından seçilen ve razı olunan kişilerin yönetime geçmesi; yöneticilerin otorite ve yetkilerini halkın irade ve egemenliğinden almasıdır. Demokrasiyi monarşiden ayıran temel nokta da budur.
Demokrasinin ulaşmaya çalıştığı amacı olan özgürlük ise bir yönüyle İslam’ın da korunmasını emrettiği maksatlarından birisidir. Zira Yüce Allah’ın, peygamberler ve ilahî kitaplar göndermesinin asıl maksadı insanları; kendi nefislerine, arzu ve heveslerine, makam ve mansıplara, dünya malına, zorba yöneticilere, din adamlarına, totemlere, farklı ideoloji ve “izm”lere kul olmaktan kurtararak sadece Kendisine kullukta bulunmalarını temin etmektir. Gerçek hürriyetin yolu da buradan geçer. Zira mü’min düşüncesine göre bütün kulluklardan sıyrılmanın ve hakiki manada hür olabilmenin çaresi, hakkıyla Allah’a kulluk yapabilmektir.
Diğer taraftan Allah’ın, insana akıl ve irade bahşederek onu tercihleriyle baş başa bırakması da İslam’ın hürriyete verdiği değeri gösterir. Allah’a şirk koşma ve Ona karşı büyüklük taslama affedilmez günahlardır. Allah da bunların en çok gazaplandığı davranışlar olduğunu bildirmiştir. (Müslim, Birr 136) Fakat buna rağmen O, en güzel şekilde yarattığı, şeref ve itibar atfettiği ve Kendisine halife yaptığı insanın bu tür günahlarına müdahale etmemektedir. Kendisi müdahale etmediği gibi peygamberlere de böyle bir yetki vermemiştir. Zira onlarca ayet-i kerimede peygamberlerin vazifesinin sadece tebliğ ve irşattan ibaret olduğu bildirilmiş (el-Maide, 5/99; en-Nur, 24/54), onların hiç kimse üzerinde baskı kurma haklarının olmadığı ifade edilmiştir. (Kâf, 50/45; el-Gâşiye, 88/22)
İslam mesajının hakkıyla idrak edilip yaşanabilmesi de insanın bütün kısıtlama ve baskılardan azade kalmasına bağlıdır. Zira farklı baskı ve zorlamaların söz konusu olduğu bir yerde ne gerçek manada insan ne de mü’min olabilme söz konusu değildir. Çünkü insanı insan yapan ve onu diğer canlılardan ayıran asıl özelliği, akıl ve irade sahibi olması, tercihler yapabilmesi ve hayatını bu tercihlere göre yaşayabilmesidir. Bu sebepledir ki hem insanın insanca bir hayat yaşayacağı hem de mü’minin gerçek anlamıyla dinini yaşayacağı yerler, gerçek anlamıyla demokratik yönetimlerin uygulamada olduğu ülkelerdir.
Bildiğiniz gibi Hudeybiye barışına kadar geçen 19 yıllık zaman diliminde Müslüman olan insanların sayısı ne kadarsa, bundan sonraki bir yıl içinde o kadar insan daha Müslüman olmuştur. Demek ki toplumun farklı kesimleri arasındaki gerilim ve çatışmaların sürüp gittiği dönemlerde İslam’ın insanlığa sunduğu mesajın iyi anlaşılıp doğru değerlendirilebilmesi de mümkün değildir. Bunun için mutlaka uzlaşı ve barış ortamına ihtiyaç vardır. Toplumun bütün katmanlarında çeşitliliğin hakim olduğu bir dünyada bunu temin edebilecek en elverişli sistem ise demokrasidir.
Zaten Türkiye tarihi açısından dindar kesimin rahat bir nefes aldığı zamanlara bakılacak olursa bunun kısmen de olsa demokrasinin işlerlik kazandığı dönemlere rastladığı görülecektir. Demokrasi, sosyal, dinî ve siyasi hayatta her zaman Müslümanların önünü açmıştır. Zira demokrasinin sağladığı özgür ve rahat ortam, her türlü faaliyet ve çalışmalarını yürütebilme, sosyal ve siyasi alanda istedikleri gibi örgütlenebilme, kendi fikir ve düşüncelerini savunabilme adına Müslümanlara önemli fırsatlar sunmuştur.
Müslümanların en fazla içe kapandığı, haklarını kullanmasının engellendiği, dinlerini yaşama imkânlarının ellerinden alındığı, ötekileştirildiği, dışlandığı, devlet kurumlarından tasfiye edildiği dönemler ise baskıcı ve totaliter anlayışın hakim olduğu zamanlardır.
Bu ölçüde demokrasinin getirdiği olanaklardan faydalanmalarına rağmen bazı Müslümanların hala demokrasinin karşısında olmaları veya istibdat dönemlerinde tam bir demokrasi savunucu kesilen Müslümanların güç ve iktidarı ellerine geçirdikleri dönemlerde ondan vazgeçmeleri gerçekten anlaşılması zor bir tavırdır. Halbuki günümüz Müslümanlarının demokrasi karşıtı tavırları, onların altını oymaktan veya bindikleri dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Hemde böyle bir tutum, akıntıya karşı kürek çekme demektir. Zira bu, efkar-ı ammeye terstir. Bu yüzden Müslümanların, küreselleşen bir dünyada demokrasiyi karşılarına alarak varabilecekleri hiç bir yer yoktur. Eğer Müslümanlar yaşadıkları dünyanın dışında kalmak ve zaman dışı olmak istemiyorlarsa, mutlaka demokrasiye sahip çıkmalı ve hatta onu daha da geliştirmeye çalışmalıdırlar.
Herhangi bir uygulamanın İslam’a uygun olup olmadığını öğrenmenin çeşitli yolları vardır: İlk olarak söz konusu uygulamanın naslarda yer alıp almadığına, yani onunla ilgili şer’î bir delilin bulunup bulunmadığına; ikinci olarak bunun, İslam’ın ruhuyla, temel ilkeleriyle ve maksatlarıyla ne ölçüde uyuştuğuna; üçüncü olarak da dinî naslara bir aykırılığın söz konusu olup olmadığına bakılır.
Hem oylama, seçim, meclis, anayasal sistem, güçler ayrılığı gibi demokrasinin mekanizmaları hem de hürriyet, kanun önünde eşitlik, insan hakları, farklı fikirlere saygı, uzlaşı ve hoşgörü gibi demokrasinin temel değerleri dinî naslara ters değildir. Ters olma bir yana demokrasi; şura, bey’at, icma, sulh, emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker, maslahatları elde etme ve mefsedetleri giderme, hak ve adaleti ikame etme, zulüm ve fesadı önleme, hukukun üstünlüğünü sağlama gibi pek çok dinî kavram ve ilkeyle uyum içindedir.
Bu ifdeler içerisinde özellikle şura ve bey’at çok önemlidir. Allah, “Onların işleri kendi aralarında şûra iledir.” (eş-Şûrâ, 42/38) buyurmak suretiyle yönetim işlerinin nasıl yürütülmesi gerektiğinin yolunu göstermiştir. Buna göre her türlü idari ve siyasi meselenin meşverete dayanması gerekir ki bu, demokrasilerin de özünü oluşturur. Zira tek adam rejimlerinin önüne geçmenin, istibdat ve baskıyı engellemenin en etkili yolu, işlerin istişareyle karara bağlanmasıdır.
Bey’at ise yönetilenler ile yöneticiler arasında yapılan bir çeşit akittir. Bu akdin maksadı, halk tarafından seçilen ve razı olunan kişilerin yönetime geçmesi; yöneticilerin otorite ve yetkilerini halkın irade ve egemenliğinden almasıdır. Demokrasiyi monarşiden ayıran temel nokta da budur.
Demokrasinin ulaşmaya çalıştığı amacı olan özgürlük ise bir yönüyle İslam’ın da korunmasını emrettiği maksatlarından birisidir. Zira Yüce Allah’ın, peygamberler ve ilahî kitaplar göndermesinin asıl maksadı insanları; kendi nefislerine, arzu ve heveslerine, makam ve mansıplara, dünya malına, zorba yöneticilere, din adamlarına, totemlere, farklı ideoloji ve “izm”lere kul olmaktan kurtararak sadece Kendisine kullukta bulunmalarını temin etmektir. Gerçek hürriyetin yolu da buradan geçer. Zira mü’min düşüncesine göre bütün kulluklardan sıyrılmanın ve hakiki manada hür olabilmenin çaresi, hakkıyla Allah’a kulluk yapabilmektir.
Diğer taraftan Allah’ın, insana akıl ve irade bahşederek onu tercihleriyle baş başa bırakması da İslam’ın hürriyete verdiği değeri gösterir. Allah’a şirk koşma ve Ona karşı büyüklük taslama affedilmez günahlardır. Allah da bunların en çok gazaplandığı davranışlar olduğunu bildirmiştir. (Müslim, Birr 136) Fakat buna rağmen O, en güzel şekilde yarattığı, şeref ve itibar atfettiği ve Kendisine halife yaptığı insanın bu tür günahlarına müdahale etmemektedir. Kendisi müdahale etmediği gibi peygamberlere de böyle bir yetki vermemiştir. Zira onlarca ayet-i kerimede peygamberlerin vazifesinin sadece tebliğ ve irşattan ibaret olduğu bildirilmiş (el-Maide, 5/99; en-Nur, 24/54), onların hiç kimse üzerinde baskı kurma haklarının olmadığı ifade edilmiştir. (Kâf, 50/45; el-Gâşiye, 88/22)
İslam mesajının hakkıyla idrak edilip yaşanabilmesi de insanın bütün kısıtlama ve baskılardan azade kalmasına bağlıdır. Zira farklı baskı ve zorlamaların söz konusu olduğu bir yerde ne gerçek manada insan ne de mü’min olabilme söz konusu değildir. Çünkü insanı insan yapan ve onu diğer canlılardan ayıran asıl özelliği, akıl ve irade sahibi olması, tercihler yapabilmesi ve hayatını bu tercihlere göre yaşayabilmesidir. Bu sebepledir ki hem insanın insanca bir hayat yaşayacağı hem de mü’minin gerçek anlamıyla dinini yaşayacağı yerler, gerçek anlamıyla demokratik yönetimlerin uygulamada olduğu ülkelerdir.
Bildiğiniz gibi Hudeybiye barışına kadar geçen 19 yıllık zaman diliminde Müslüman olan insanların sayısı ne kadarsa, bundan sonraki bir yıl içinde o kadar insan daha Müslüman olmuştur. Demek ki toplumun farklı kesimleri arasındaki gerilim ve çatışmaların sürüp gittiği dönemlerde İslam’ın insanlığa sunduğu mesajın iyi anlaşılıp doğru değerlendirilebilmesi de mümkün değildir. Bunun için mutlaka uzlaşı ve barış ortamına ihtiyaç vardır. Toplumun bütün katmanlarında çeşitliliğin hakim olduğu bir dünyada bunu temin edebilecek en elverişli sistem ise demokrasidir.
Zaten Türkiye tarihi açısından dindar kesimin rahat bir nefes aldığı zamanlara bakılacak olursa bunun kısmen de olsa demokrasinin işlerlik kazandığı dönemlere rastladığı görülecektir. Demokrasi, sosyal, dinî ve siyasi hayatta her zaman Müslümanların önünü açmıştır. Zira demokrasinin sağladığı özgür ve rahat ortam, her türlü faaliyet ve çalışmalarını yürütebilme, sosyal ve siyasi alanda istedikleri gibi örgütlenebilme, kendi fikir ve düşüncelerini savunabilme adına Müslümanlara önemli fırsatlar sunmuştur.
Müslümanların en fazla içe kapandığı, haklarını kullanmasının engellendiği, dinlerini yaşama imkânlarının ellerinden alındığı, ötekileştirildiği, dışlandığı, devlet kurumlarından tasfiye edildiği dönemler ise baskıcı ve totaliter anlayışın hakim olduğu zamanlardır.
Bu ölçüde demokrasinin getirdiği olanaklardan faydalanmalarına rağmen bazı Müslümanların hala demokrasinin karşısında olmaları veya istibdat dönemlerinde tam bir demokrasi savunucu kesilen Müslümanların güç ve iktidarı ellerine geçirdikleri dönemlerde ondan vazgeçmeleri gerçekten anlaşılması zor bir tavırdır. Halbuki günümüz Müslümanlarının demokrasi karşıtı tavırları, onların altını oymaktan veya bindikleri dalı kesmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Hemde böyle bir tutum, akıntıya karşı kürek çekme demektir. Zira bu, efkar-ı ammeye terstir. Bu yüzden Müslümanların, küreselleşen bir dünyada demokrasiyi karşılarına alarak varabilecekleri hiç bir yer yoktur. Eğer Müslümanlar yaşadıkları dünyanın dışında kalmak ve zaman dışı olmak istemiyorlarsa, mutlaka demokrasiye sahip çıkmalı ve hatta onu daha da geliştirmeye çalışmalıdırlar.