- Mesajlar
- 15,898
- Tepki puanı
- 1,264
- Düşünce
- Sünni
Demokrasinin İslam’ın izin verdiği bir siyasal model olamayacağını savunanların en fazla üzerinde durdukları mesele, hâkimiyettir. Onlara göre, demokrasiler egemenlik hakkını halka verirken, Kur’ân ayetleri ısrarla hakimiyetin Allah’a ait olduğunu bildirmektedir. (Âl-i İmran, 3/154; Yusuf, 12/40)
Acaba otorite ve hakimiyetin Allah’a ait olmasının manası nedir? Tabii ki bunun anlamı Allah’ın yeryüzüne inip insanları yönetmesi demek değildir. Bilakis bununla kastedilen öncelikli mana, yeryüzünde ve bütün kâinatta genel ve kalıcı hakimiyetin Allah’a ait olmasıdır. Hakimiyetten anlaşılan ikinci mana ise ahirette nihai hükmü Allah’ın vereceği, kulları arasındaki bütün ihtilafların Allah tarafından çözüme kavuşturulacağıdır. Hüküm ve hakimiyetin Allah’a ait olmasının diğer bir manası ise yasama faaliyetinde Allah’ın vaz etmiş olduğu hükümlere muhalif bir yolun tutulmamasıdır.
Bu nedenledir ki hakimiyetin millete ait olmasıyla kastedilen, Allah’ın hakkını gasp ederek bunu insanlara verme demek değildir. Bilakis otorite ve egemenlik hakkını belirli şahıs ve zümrelerin elinden alarak, millete emanet etmektir. Bununla bir taraftan ele geçirdiği güç ve iktidarı baskı aracı olarak kullanarak halk üzerinde despotik bir rejim inşa eden diktatörlerin; diğer taraftan ise Allah adına yeryüzünde iktidar tekeli kuran teokratik rejimlerin önüne geçilmesi hedeflenmiştir.
Aslında yönetim ve siyasetin tanzimi, adil ve güvenilir bir toplumsal hayatın inşa edilmesi, zulüm ve haksızlıkların önlenmesi vs. insanın yeryüzünde “halife” olarak yaratılmasının da gereklerindendir.
Hulefa-i Raşidin devri siyasi icraatları da iktidarın kaynağının beşerî olduğu düşüncesine dayanır. Aynı şekilde İslam fukahası da ısrarla yönetici tayininin halkın rıza ve kabulüne dayanması gerektiğini, yani yöneticilerin iktidar yetkisini ilahî bir kaynaktan değil halktan alacaklarını ifade etmişlerdir. Egemenlik hakkının halka bırakılması, adil, hakkaniyetli, şeffaf ve denetlenebilir bir yönetimin ortaya çıkması adına fevkalade önemlidir. Zira tarihte, elinde tuttuğu iktidar gücünü ilahî bir kaynağa dayayan neredeyse bütün yöneticiler, baskı, istibdat ve zorbalığa yönelmişlerdir.
Demokrasiyi Allah’ın hakimiyetine zıt bir yönetim şekli olarak gören zihniyetin, Haricilerden bir farkı yoktur. Zira onlar da Hâkim-i Mutlak’ın Allah olduğunu öne sürerek Hz. Ali ve Muaviye’nin hakem tayin etmesine karşı çıkmışlardı. Hz. Ali, Haricilerin hakemlikle ilgili sözlerini, “Kendisiyle bâtıl amaçlanmış hak bir söz.” şeklinde tanımlamıştı. Buradan hareketle şunu ifade edebiliriz: Her ne kadar hakimiyetin Allah’a ait olduğu sözü hak bir söz olsa da, bunu demokrasiyi mahkum etmek için kullanmak yanlış bir yorumdur.
Esasında bu tür nedenlerle demokrasiyi reddetmek, İslam adına demokrasi düşmanlığı yapmak işin kolayına kaçmaktır. Sıradan bir Müslüman bile “Egemenlik Allah’ındır, milletin değil.” sloganıyla rahatlıkla demokrasi karşıtı olabilir. Bunun için hiçbir entelektüel faaliyete, derin düşünceye gerek yoktur. Önemli olan Müslümanların yönetimle ilgili problemlerine ikna edici çözümler üretebilmek, bu konuda alternatifler ortaya koyabilmektir. Fakat bu, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Ne var ki bu yapılamadığı sürece mevcut modeller arasında en iyisi olan demokrasiye karşı gelmek ciddi komplikasyonlara sebep olacaktır.
Demokrasi karşıtları gittikçe yaygınlaşan şiddet sarmalına, toplum bireyleri mabeyninde sürekli tırmanan gerginlik ve çatışmalara, İslam coğrafyasında hâkim olan kaos ve anarşiye çözüm üretebiliyorlar mı? İslam’ın nihai ilkeleri olan, adalet, barış, diyalog, güvenlik gibi değerlerin gerçekleşmesi adına sahici çözümler bulabiliyorlar mı? Hayatın her alanında hâkim olmaya başlayan çoğulculukla nasıl baş edeceklerine dair ortaya koydukları bir reçeteleri var mı? Küreselleşen bir dünyada insanlığın ortak problemlerine çözüm üretebilecek birikim ve donanıma sahipler mi? Dünyanın huzur ve salahı adına kalıcı ve kabul edilebilir bir barış inşa edebiliyorlar mı? Temel hak ve özgürlükleri garanti altına alabilecek, zayıfları koruyabilecek, mazlum ve mağdurların hakkını savunabilecek adil bir sistem önerileri mevcut mu?
Sualleri çoğaltabiliriz: Doğu toplumlarının kılcallarına kadar işlemiş istibdat düşüncesini söküp atma adına nasıl bir strateji takip ediyorlar? Güç ve iktidarı ele geçirip onu kendi arzu ve çıkarları istikametinde kullanmak için fırsat bekleyen istismarcılara karşı ne tür önlemleri var? Uzun asırlardan beri zihinlerde kökleşen kutsal devlet anlayışı karşısında bireylerin haklarını koruyabiliyor; devletin ali menfaatleri karşısında tek bir ferdin dahi feda edilemeyeceğine âlemi ikna edebiliyorlar mı? İktidar sahiplerinin keyiflerince kanun yapmasının, devlet imkânlarını oligarşik bir azınlığın emrine vermesinin, halkı köleleştirmesinin önüne geçebiliyorlar mı? Dinin, iktidara gelmek için istismar edilen bir araç olarak kullanılması, siyasilerin şahsi çıkarlarının din kılıfında meşrulaştırılması karşısında ne gibi çözüm önerileri var?
Demokrasinin şöyle veya böyle bir çözüm ortaya koyduğu tüm bu suallere mukni cevaplar veremedikleri ve bu konularda alternatif çözümler geliştiremedikleri sürece, Müslümanların, demokrasi aleyhindeki söz ve gerekçeleri başkaları tarafından ciddiye alınmayacaktır.
Acaba otorite ve hakimiyetin Allah’a ait olmasının manası nedir? Tabii ki bunun anlamı Allah’ın yeryüzüne inip insanları yönetmesi demek değildir. Bilakis bununla kastedilen öncelikli mana, yeryüzünde ve bütün kâinatta genel ve kalıcı hakimiyetin Allah’a ait olmasıdır. Hakimiyetten anlaşılan ikinci mana ise ahirette nihai hükmü Allah’ın vereceği, kulları arasındaki bütün ihtilafların Allah tarafından çözüme kavuşturulacağıdır. Hüküm ve hakimiyetin Allah’a ait olmasının diğer bir manası ise yasama faaliyetinde Allah’ın vaz etmiş olduğu hükümlere muhalif bir yolun tutulmamasıdır.
Bu nedenledir ki hakimiyetin millete ait olmasıyla kastedilen, Allah’ın hakkını gasp ederek bunu insanlara verme demek değildir. Bilakis otorite ve egemenlik hakkını belirli şahıs ve zümrelerin elinden alarak, millete emanet etmektir. Bununla bir taraftan ele geçirdiği güç ve iktidarı baskı aracı olarak kullanarak halk üzerinde despotik bir rejim inşa eden diktatörlerin; diğer taraftan ise Allah adına yeryüzünde iktidar tekeli kuran teokratik rejimlerin önüne geçilmesi hedeflenmiştir.
Aslında yönetim ve siyasetin tanzimi, adil ve güvenilir bir toplumsal hayatın inşa edilmesi, zulüm ve haksızlıkların önlenmesi vs. insanın yeryüzünde “halife” olarak yaratılmasının da gereklerindendir.
Hulefa-i Raşidin devri siyasi icraatları da iktidarın kaynağının beşerî olduğu düşüncesine dayanır. Aynı şekilde İslam fukahası da ısrarla yönetici tayininin halkın rıza ve kabulüne dayanması gerektiğini, yani yöneticilerin iktidar yetkisini ilahî bir kaynaktan değil halktan alacaklarını ifade etmişlerdir. Egemenlik hakkının halka bırakılması, adil, hakkaniyetli, şeffaf ve denetlenebilir bir yönetimin ortaya çıkması adına fevkalade önemlidir. Zira tarihte, elinde tuttuğu iktidar gücünü ilahî bir kaynağa dayayan neredeyse bütün yöneticiler, baskı, istibdat ve zorbalığa yönelmişlerdir.
Demokrasiyi Allah’ın hakimiyetine zıt bir yönetim şekli olarak gören zihniyetin, Haricilerden bir farkı yoktur. Zira onlar da Hâkim-i Mutlak’ın Allah olduğunu öne sürerek Hz. Ali ve Muaviye’nin hakem tayin etmesine karşı çıkmışlardı. Hz. Ali, Haricilerin hakemlikle ilgili sözlerini, “Kendisiyle bâtıl amaçlanmış hak bir söz.” şeklinde tanımlamıştı. Buradan hareketle şunu ifade edebiliriz: Her ne kadar hakimiyetin Allah’a ait olduğu sözü hak bir söz olsa da, bunu demokrasiyi mahkum etmek için kullanmak yanlış bir yorumdur.
Esasında bu tür nedenlerle demokrasiyi reddetmek, İslam adına demokrasi düşmanlığı yapmak işin kolayına kaçmaktır. Sıradan bir Müslüman bile “Egemenlik Allah’ındır, milletin değil.” sloganıyla rahatlıkla demokrasi karşıtı olabilir. Bunun için hiçbir entelektüel faaliyete, derin düşünceye gerek yoktur. Önemli olan Müslümanların yönetimle ilgili problemlerine ikna edici çözümler üretebilmek, bu konuda alternatifler ortaya koyabilmektir. Fakat bu, sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Ne var ki bu yapılamadığı sürece mevcut modeller arasında en iyisi olan demokrasiye karşı gelmek ciddi komplikasyonlara sebep olacaktır.
Demokrasi karşıtları gittikçe yaygınlaşan şiddet sarmalına, toplum bireyleri mabeyninde sürekli tırmanan gerginlik ve çatışmalara, İslam coğrafyasında hâkim olan kaos ve anarşiye çözüm üretebiliyorlar mı? İslam’ın nihai ilkeleri olan, adalet, barış, diyalog, güvenlik gibi değerlerin gerçekleşmesi adına sahici çözümler bulabiliyorlar mı? Hayatın her alanında hâkim olmaya başlayan çoğulculukla nasıl baş edeceklerine dair ortaya koydukları bir reçeteleri var mı? Küreselleşen bir dünyada insanlığın ortak problemlerine çözüm üretebilecek birikim ve donanıma sahipler mi? Dünyanın huzur ve salahı adına kalıcı ve kabul edilebilir bir barış inşa edebiliyorlar mı? Temel hak ve özgürlükleri garanti altına alabilecek, zayıfları koruyabilecek, mazlum ve mağdurların hakkını savunabilecek adil bir sistem önerileri mevcut mu?
Sualleri çoğaltabiliriz: Doğu toplumlarının kılcallarına kadar işlemiş istibdat düşüncesini söküp atma adına nasıl bir strateji takip ediyorlar? Güç ve iktidarı ele geçirip onu kendi arzu ve çıkarları istikametinde kullanmak için fırsat bekleyen istismarcılara karşı ne tür önlemleri var? Uzun asırlardan beri zihinlerde kökleşen kutsal devlet anlayışı karşısında bireylerin haklarını koruyabiliyor; devletin ali menfaatleri karşısında tek bir ferdin dahi feda edilemeyeceğine âlemi ikna edebiliyorlar mı? İktidar sahiplerinin keyiflerince kanun yapmasının, devlet imkânlarını oligarşik bir azınlığın emrine vermesinin, halkı köleleştirmesinin önüne geçebiliyorlar mı? Dinin, iktidara gelmek için istismar edilen bir araç olarak kullanılması, siyasilerin şahsi çıkarlarının din kılıfında meşrulaştırılması karşısında ne gibi çözüm önerileri var?
Demokrasinin şöyle veya böyle bir çözüm ortaya koyduğu tüm bu suallere mukni cevaplar veremedikleri ve bu konularda alternatif çözümler geliştiremedikleri sürece, Müslümanların, demokrasi aleyhindeki söz ve gerekçeleri başkaları tarafından ciddiye alınmayacaktır.