İnanmayan inkar edeni kapsar. Çünkü kendisine delil ulaşmamış inanmayan da olur, kendisine delil ulaştığı halde inanmayan da olur.
Kendisine delil ulaştığı halde gerçekleri bile bile reddeden inkar edendir.
Yani her inkarcı aynı zamanda inanmayandır ama her inanmayan inkarcı değildir.
Aynı şey kafir ifadesi için de geçerli.
Kafir kefere kökünden gelir ve örten demektir. Tarlada tohumun üstünü örttüğü için çiftçiye de kafir denir. Gerçeklerin üstünü bile bile örtmeye çalışanlara da bu yüzden dini literatürde kafir denilmiştir.
Yani her kafir aynı zamanda inanmayandır ama her inanmayan kafir değildir.
Hayat sana güzel vallahi. Ohh, suyundan da koy miss! ..Dedikodu gibisi var mı be! Şaziye’nin kocası eve hep geç geliyormuş kız ona ne diyorsun hele?!! Çünkü bunlar hep dedikodu. Temelsiz dedikodu
……………………………………..
Bilmek; bilen özne ve bilinen obje arasındaki epistemolojik sürecin tam olarak gerçekleşmesi.
İnanmak ise söz konusu dizgenin bir ya da birkaç yerinde, belki tamamında eksikler olması demektir.
Bu bağlamda mevzuyu ne kadar dejenere ederseniz edin, bilmek ve inanmak arasında bir fark kalacak. Kalmak zorunda. Aksi durumda İnanç=Bilmek olur ki, böyle bir oksimoronu açıklamaya gerek var mı bilmiyorum.. Bir şeyi ya bilirsin ya da bilmezsin. Bilmediğin şeyi de inkar edemezsin. Ettin diyen pok yer.
Bir katil zanlısı düşün:
1. dereceden kanıtlar karşısında yapacağı bir şey yoktur. İstediği kadar inkar etsin, hüküm giyer.
2. dereceden kanıtlar ve ötesi karşısında ise aksi ispatlanana kadar suçsuzdur. Kimse onu inkar suçundan falan da içeri atamaz.
Bir yerde inanç varsa, orada bilgi eksikliği vardır. İnanmak, bilgi eksiğinin olduğu yerde güvene dayalı bir yargı oluşturmaktır bir nevi. Bir kişiye güvenmediğin için ona inanmayabilirsin. Bu onun kalbini kırabilir belki. Hepsi bu.
İnanmak opsiyoneldir. O yargıyı olumlu ya da olumsuz yönde kullanmayı tercih edebilirsiniz. Tercihte bulunmaya, tercihte bulunan özne açısından iyi ya da kötü şeklinde bir “değer” biçemezsiniz.
İnanmak edimine iyi ya da kötülük değeri sadece o bilgiyi (ya da öneriyi diyelim)sunan 3. Kişinin nezdinde biçilebilir belki. 3. Kişi kendisine inanılmasını iyi, inanılmamasını kötü olarak niteleyebilir. Örneğin bir durumda gerektiğinde yanında olacaksınızdır. Diğerinde ise karşısında. Ancak bu aynı zamanda çıkara dayalı sübjektif bir biçilmiş “değer” olup, nesnelliği yoktur. 3. kişi öyle değerlendirir çünkü eksik ve kısıtlıdır, ihtiyacı vardır vs..Kaldı ki aklı başında medeni 3. kişi bunu dahi yapmaz. Bir çıkarınız veyahut şişkin bir egonuz yoksa eğer, size inanılması ya da inanılmaması “nötr” değerdedir.
Tanrı ise ne eksiktir, ne de bize gebe. Tanrının nezdinde, onun açısından iyi ve kötünün belirleyicisi nasıl biz olabiliriz ki? Yaptığınız çıkarımlarla tanrıyı aşağılıyor, onu aciz bir insan seviyesine indirgiyorsunuz resmen.
Ha bütün bir bu dizge kimi bağlar? Kimseyi. Ama imtihana dayalı tüm dinleri bağlar. Beraberinde de kuranı. Ve onu çöpe götürür bir nevi. Semavi dinler, inanmamayı kötü ve bir suç olarak addeder haddizatında.
Bir kişi, samimi olarak inanmıyorsa eğer bu nasıl bir suç olabilir ki? İnanmak ya da inanmamak bir yargıla(n)ma konusu değildir, olamaz.
Hatta ve hatta gerçeği "bile bile" inkar dahi bir suç değildir. Ya da tartışılır en iyi ihtimalle örneğine göre. Aksi durumu izah etmeni rica ederim. Hepsinden öte senin delil dediklerinin “delilliği” zaten tartışılır. Ki üzerine tartışılan, şüphe edilen de onlar zaten.
Yazan tarafından düzenlendi: